11 Şubat 2012 Cumartesi

TİYATRONUN DOĞUŞU

Tiyatro, insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir.
İnsan, hayatta kalmak için avlanırken belki de geceleri ateşin başında birbirlerine sabahki bizonu nasıl izlediğini, yakaladığını, onu ağına düşürdüğünü ve nasıl alt ettiğini el kol hareketleriyle, çeşitli seslerle, taklit ediyor, anlatmaya çalışıyordu.
Yine belki de bizonun taklidini yapıp, onun gibi davranmaya çalışıp, ona yaklaşmaya çalışıyordu…
Belki de insanlardan biri avı yakalayan, biri av hayvanı oluyor, orada küçük bir oyun sahneleniyordu.
Tiyatro belki de tüm bu taklit etmelerle ilk örneğini veriyordu dünya sahnesinde…
Tiyatro aslında büyünün de kaynağı olabilir bu nedenle.
Büyüyle gelişen taklitler, ses, dans eklenerek maskeler takılarak, ilkel dini bir atmosfere, törene bürünmüş olabilir. Ertesi günkü avın iyi geçmesi, yağmur yağması amaçlı ilkel törenler gerçekleşmiş olabilir.
Tanrılar, atalar, mitleşiyor ilkel dinlere ilk adım atılıyor olabilir. Tanrıların başlarından geçenleri anlatmak da belki ilk oyun yazarlığını, oyunculuğu yaratmış olabilir.
Taklit dışında dansla da insanlar anlatıma başvurmuştur. Örneğin, bu dansların en önemlisi ve ilki ‘Gel Buffalo’ dansıdır.  
Kuzey Missouri’deki Mandal Kızılderilerinin etsiz kaldıkları zaman başvurdukları bu dans 12 kişinin buffalo kılığına girip, kafalarına boynuzlu buffalo kafası geçirmesiyle yapılıyordu. Bir daire etrafında dönen dansçı uzaklardan buffalo sürüsünün gelişine bakıyor, eğer sürü gelmezse ve bu günler sürerse değişen dansçılarla sürü gelene kadar sürüyordu.
Bunun dışında sözsüz oyun olarak bilinen aşk oyunları da vardır. Erkeğin kadına kur yapması, kadının işveli davranması şeklinde...
Ve Kızılderililerde, erkek çocukların, büyük erkekler aralarına katıldığı törenlerden de bahsedebiliriz. Bu tema çeşitli filmler de kullanılmıştır. Örneğin başrolünde Richard Harris’in olduğu ‘ A men called horse’ filminde güneşin etrafında günlerce dönen erkek böyle bir töreni canlandırmıştır.
Bu noktada ilgi çeken bir ayrıntıysa, bu törenlerde, danslarda, oyunlarda kadınların pek yer almamasıdır. Eskimolar ve Kızılderililerde bazen kadınların katılımına izin verilmiştir.
Fakat, yine de ilerleyen süreçlerde, Yunan da örneğin, kadınlar toplumda birey olarak varlıklarını ortaya koyamadıkları gibi tiyatro gibi etkinliklerde de yer alamazlardı…
Uygarlığın atası denen Yunan’da kadının ikinci sınıf vatandaş oluşu da hayret verici bir ayrıntıdır.
Antik Çağ’a gelirsek, dönemin şairi, Thespis, korobaşıyla karşılıklı konuşmaya girerek tarihteki ilk oyuncu olmuştur. İ.Ö 534’te, Atina’da bir tiyatro şenliğinde Thespis ilk tragedyasıyla ödül kazanmıştır.
Şarap tanrısı Dionysos’u kutsamak için düzenlenen şenliklerde erkekler korosu Tanrıyı öven ilahiler söylerdi. Oyunlar da sadece kutsal amaçlarla oynanır ve kutsal sayılırdı. İ.Ö. 5. yüzyılın ilk yarısında Aiskhylos koroyu 50’den 12’ye indirerek ve oyuna ikinci oyuncuyu katarak bugünkü batı tiyatrosunun temellerini atmıştır.
Eski Yunan tiyatrosunun altın çağı İ.Ö 525-456 arasındaki süreçte Aiskhylos’un tragedyalarıyla başlamıştır.
Oyunlarda maske kullanırlardı ve oyuncu, maskeyi takıp çıkararak rolden role girerdi. Ve oyun oynanan sahneler çok büyük olduğundan maskeler ona göre büyük ve mimikleri belirgin olurdu.
Oyunlar, önemli kişilerin başından geçen, onları yücelten, konuları içerirdi. Tragedyalar, dinsel, ahlaki, siyasi mesaj vermekle yükümlüydü.
Tragedyalar daha sonraları Sophokles, Europides tarafından daha da geliştirildi. Aiskhylos’un soyutluğunun yerini somut gerçekler aldı.
Bu üç tragedya yazarı daha sonradan, Aristo’nun Poetika adlı eserinin belirlediği kurallara uygun olarak yazılar yazdılar.
Bu kurallardan biri yer, zaman ve mekanda birlikti.
Yani olay örgüsü bir günde geçmeli, aynı mekanda yaşanmalı ve birbirine bağlı ya da zincirleme olması gerekliydi.
Kısa olarak günümüze ulaşan tek komedya yazarı Aristofanes’ten de bahsedecek olursak, O’nun amacı, dalga geçmekti...
Güldürme yoluyla, toplumsal, etik, siyasi, dini değerleri yerer, bunların çürümüşlüğünden bahsederdi.
Bu sanatçılar günümüz tiyatrosunun temelini atmışlardır.
Bunun dışında antik çağ tiyatrosu kamusaldı.
İnsanlar günlerce süren bu şenlikleri izlemek için uzak yollardan gelirlerdi ve katılım yüksekti. Ortama 20bin ile 10bin kişi oyunları aynı anda izlerdi.
Roma da ise bir ilerleme söz konusu olmamıştır.
Roma, her alanda olduğu gibi sanatta da, tiyatroda da öncekini alıp kendine mal etmiştir. Bunda da sömürgeciliğini sürdürmüştür.
Bir yunan oyununu Latinceye çevirerek Roma’ya tanıtan kişi, Livius Andronicus olmuştur.
İlk Romalı oyun yazarı olan Naevius, fabula palliata denilen türün de kurucusudur.
İ.Ö 2yüzyılda,  Roma tiyatrosunun önemli temsilcisi Plautus ve Terentius Yunan komedyasını Roma’ya uyarladı.
Bu dönemde tiyatro sanatı için en önemli eser, Horatius’ un Ars Poetika’sı olmuştur. Tiyatronun eğitici işlevi ve biçimsel düzeni hakkında bilgiler vermiştir.
Roma tiyatrosu Yunan’a göre daha uyarıcı olmuştur.
Bunlar dışında Roma’da yaz boyunca her akşam oyunlar oynanırdı. Fakat halk üzerinde, tiyatronun etkisi yavaşça azaldı ve sonunda oyunlar çığrından çıkan, dini çevrelerce rahatsızlık duyulan bir hale geldi. Komedinin edepsizleşmesiyle tiyatro ahlaksızlıkla nitelendi.
İlk insandan, Antik Yunan’a ve Roma’ya tiyatronun doğuşu diğer sanatlarda da olduğu gibi bir yaratma, doğurma zanaati olarak varlığını bu şekilde ortaya koymuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder