11 Şubat 2012 Cumartesi

MERYEMDEN AVİGNONLU KIZLARA RESİM SANATINDA KADIN

Kadının sanatta ele alınışı farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda da olsa arkasında yatan inanç aynıdır.
Kadın, çok tanrılı dönemlerde doğurganlığıyla ve soyun devamını sağlamasıyla tapınım görmüştür. Bu yüzden Ana Tanrıça’dır.
İnsan çamuru yoğurmuş adına Kyble demiş, mermeri yontup biçimlendirmiş Artemis’i yaratmıştır.
İnsan, zihnindeki bereketin sembolü kadını Ana Tanrıça olarak var etmiştir. Ve bunlar günümüze ilk sanat eserleri olarak ulaşmıştır.
Sanat tarihinde kadının resim sanatında ele alınışı tek tanrılı dinlere geçildiğinde karşımıza Meryem Ana olarak çıkmıştır.
Meryem, gerek İsa’nın doğumunu haber veren müjde sahneleriyle gerek İsa ile birlikte tablolarda yer almıştır.
Ortaçağ resmini kapatıp Yeniçağ resminin başlangıcını yaptığı bilinen ressam Giotto di Bondone(1267-1337) Meryem’i dinsel tema içinde çokça ele almıştır.
1306-20 aralığına tarihlenen Maesta adlı resimde, Meryem kucağında çocuk İsa ile resmedilmiştir. Resim figürlerin oturtulması açısından önceki örneklerine göre perspektif içinde verilmesi önemlidir.
Eski Yunan sanatı ve düşüncesini yeniden yaşatmak isteyen Floransalı ressam Sandro Botticelli(1445-1510) resimlerinde kadın imgesini yalnızca Meryem ile sınırlamamıştır. Öykündüğü yunan dünyasının mitoslarından yararlanmayı seven bu sanatçı, dönemin sanatı destekleyen ünlü ailelerinden Lorenzo Medici’nin Castello’daki villasında ünlü tablo Venüs’ün Doğuşu’nu(1482) yapmıştır.
Günümüzün klasikleri arasında yer alan resimde, Venüs, deniz suyunun köpüklerinden çıkmış ve bir inci kabuğunun içinde görülmektedir.
Resimde kadın imgesi, çıplak, yalın ve en doğal haliyle imgelenmiştir. Burada anlatılmak istenen kadının cinselliğinden öte, onun ruhsal dinginliği ve doğallığıdır.
Resmin solunda, kuzey rüzgarı Boreas ile Aiolos, denizi dalgalandırmakta sağında ise bir peri Venüs’ü elindeki örtüyle sarmak için hamle yapmaktadır.
Kadının resimde günlük işleyiş içinde ele alındığı ressamlardan biri,Hollanda’nın ünlü sanatçılarından olan Jan Vermeer van Delft’tir (1632-1675)
Sanatçı kadın imgesini genellikle iç mekanda resmetmiştir.
1658-60a tarihlenen Süt Döken Kadın adlı tablosunda, kadın yaptığı işe kendini vermiş ve bize mekandan bağımsız hissi vermektedir.
İnci Tartan Kız(1662-64) adlı tablosunda da, kadın imgesi sükunet içinde, başını örten örtünün altında bir azizeyi andırmaktadır.
Jan Vermer’in tablolarında ev kadınları, iç mekan içinde bir anın fotoğraflandırılmasını andıran huzurlu bir atmosferde yansıtılmıştır.
Dönemin kimi eleştirmenleri, ressamın tablolarında kadınların günlük rutin işleri anında yansıtılmasını, yapılan işin yüceltildiği fikrine bağlamıştır.
XIX. yüzyılda değişen toplum koşulları, çalkalanan siyasi ortam sanatçıları da etkilemiştir.
Dönemin özgürlük heyecanı tabloları sardığı gibi sanatçıların kafasındaki kadın imgesine de yansımıştır.
Delacroix’nın(1789-1863) hikayeci anlatımıyla dikkat çeken resimlerinde kadın bu haliyle ön plana çıktı.
Birçok yerde rastladığımız ve klasikler arasında olan 1830 tarihli Halka Önderlik Eden Özgürlük adlı tablo sanat tarihi açısından önemlidir.
Tabloda, giysisi parçalanmış, elinde bayrakla insanlara kanı pahasına öncülük eden kadın döneminde ilgiyle karşılanmıştır. Kadının topluma yol gösterici bir imaja büründüğü tablo, trajik kahramanca bir anın anlatıldığı tarihsel bir tablodur.
Bir tabloda yer almadığı halde adından sıkça söz ettiren Charlotte Corday, tarihsel tablolardan birinin yaratılmasını sağlamıştır.
Fransız İhtilali ressamlarından Jacques-Louis David(1748-1825) gazeteci, doktor Marat’ nın Charlotte Corday tarafından öldürülmesinden sonra bu tablo için sipariş almış, Charlotte Corday ise Marat’ı öldürdükten dört gün sonra yirmi beş yaşında giyotinle öldürülerek idam edilmiştir.
Marat’ın Ölümü(1793) adlı tablonun ilhamı Charlotte Corday, sadece Jacques-Louis David’in değil, Picasso gibi daha başka ressamlara da çeşitli dönemlerde ilham olmuştur.
Gözleri dış mekanda resim yapmaya müsait olmayan Edgar Degas(1834-1917), toplumda sanatçı olarak yer edinmiş kadını karşımıza çıkarmıştır.
Degas, az sonra sahneye çıkacak balerinlerin son hazırlıklarını, sahnede bir kuğu gibi salınan tütülü kızları tablolarına yansıttı.
Kadınları belki de en farklı biçimiyle tabloya aktaran İspanyol ressam Pablo Picasso(1881-1972) resimlerinde resme ait değerleri yıkmış, resmi aklıyla yeniden yaratmıştır.
Guernica(1937) adlı dev boyutlu tablosunda, savaşın ortasında kalmış bir anneyi kübist diliyle resmine aktarmıştır. Guernica’ da kucağındaki yavrusunu taşıyan ve haykıran anne, savaş karşıtı bir güce bürünmektedir.
Picasso’nun Avignon’lu Kızlar(1907) adlı tablosu ise, sanatçının bitmeyen resimlerindendir.
Resim, adını, Barcelona’da Picasso ve arkadaşlarının bildiği bir genelevin olduğu Avignon Sokağı’ndan almıştır.
Resimde yer alan beş çıplak kadın görenleri biraz dehşete düşüren bir kabalık, hayvanilik içermektedir.
Picasso’yu etkileyen Afrika maskları bu tablodaki kadınların yüzünde de hissedilmektedir.
Bu tabloda anlatılmak istenen cinsellik değildir. Picasso tiksindiği hayatın çirkinliğini, çürümüşlüğünü, kadının çıplaklığıyla dürüst bir şekilde resme aktarmış, tepkisini resimle göstermiştir.
Sanatçıların aklı ve hayalindeki kadın imgesi farklı dönemlerde resme farklı biçimlerde yansımıştır.
Yüzyıllar öncesine resme kadın Meryem olarak yansımışken zamanla toplumsal boyuta ulaşıp Meryem’den Avignonlu Kızlara gelmiştir.



KAYNAKÇA

Arnold Hauser, Sanatın Toplumsal Tarihi, 1994
Xavier Barral I Atlet, Sanat Tarihi, 2006
Nicos Hadjinicolaou, Sanat Tarihinde Sınıf Mücadelesi, 1998


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder